Aşk; kendisi küçük, yaşattıkları büyük zaman zaman
faydalı zaman zaman sanrılı bir bağımlılık hali. Kimisine göre tarif edilmesi
imkânsız, herkese nasip olmayan garip bir his kimine göre ise yakalanılmaması
gereken, yakalanıldığı vakit ise sonunda acının tadılacağı geride nasırlaşan
bir kalbin bırakılacağı büyük felaket… Yeri geldiğinde insanı yaşama bağlayan,
gönlünü ve yüzünü aynı anda güldürebilen yeri geldiğinde ise insanı aptal bir
varlığa dönüştürüveren bir kumar.
Her şeyden önce karşı cins uğruna şiirler, şarkılar,
romanlar yazdırtan bir büyü.
Peki hala adına şiirler, şarkılar, romanlar,mektuplar
yazılabilecek bir Piraye bir Milena; bunları sanatla birleştirebilecek bir
Nazım bir Kafka var mı acaba? 21. yüzyılda yeni bir Mecnun yeni bir Ferhat
görebiliyor muyuz etrafımızda? Ya da küçük bir kaçamak bakış için pencere
dibinde bekleyebilecek kızlarımız; sevgililiye Pazar günü ısmarlanacak pastanın
ya da gazozun en iyisi olması için biriktirilen cep harçlıkları? İlk öpücüğün
vermiş olduğu tedirginlik ve yanakların al al olması hangimizde var hala?
Hepimiz birer aşk türküsü tutturmuş gidiyoruz yolumuzda.
Birkaç günlük tanıdığımız bir erkeğin kollarına bırakıveriyoruz kendimizi
babamıza sarıldığımızdan daha sıkı sarılıyoruz yeri geldiğinde sonra da adına
aşk diyoruz. İlk görüşte aşk bu olsa gerek diye naralar atıyoruz etrafa. ‘benim
aşkım birtane, ah her istediği mi yerine getiriyor’ diye havalar atılıyor ilk
günlerde. Birkaç gün hafta ilerliyor ilişkilerimizde bir de bakıyoruz
tartışmalar başlamış da haberimiz yok. ‘ona niye baktın, bunu niye süzdün’.
Birinci ayın sonunda çiftler birbirinden habersiz: ‘tanıyamamışım ben bunu’
diye dert yanıyorlar dostlarına. Biraz daha zaman tanıyorlar birbirlerine fakat
ne garip(!) anlaşamıyorlar, ayrılıveriyorlar arkadaşça. Tokalaşıyorlar, birkaç
gün öncesine kadar japonla yapıştırılmış dudaklar bu sefer yanaklara değiyor
beğenmez beğenmez. Eeee ne oldu şimdi? Hani aşktı bu. Ne oldu aşka? Aşk uçtu,
aşk bitti, aşk atda gitti. Çiftlerimiz uçan, heyecanını yitiren aşklarının
ardından kader deyip yollarına devam ediyorlar. Birkaç hafta aşk acısı(!)
çekiyorlar, ‘bir daha aşık olamam, aşk benim neyime’ diyorlar. Ta ki bardaki
kızı; spor salonundaki yakışıklıyı görene kadar. Çiftlerimiz (yani eski
çiftlerimiz) aynı anda savuruyorlar o meşhur sözü: ‘galiba aşık oldum’ (böylece
yeni bir söz israfına daha tanıklık ediyoruz). Bu olayların aynısı ya da
benzerleri çiftimizin bilmem kaçıncı aşklarını bulmaları üzerine evlilikle
sonuçlanıyor. Evlenip mutlu oluyorlar/ olmaya çalışıyorlar ya da taklit
yapıyorlar. Gördünüz mü? Bilip bilmeden hatta düşünmeden savrulan ve her
hoşlanmaya belki de ufak bir jestten etkilenmeye aşk etiketi
yapıştırıveriyoruz. Ve belki de hayatımızın o en güzel, en masumane
duygularını: ilk bakışı, ilk buluşmayı, ilk elele tutuşmayı, ilk öpücüğü sırf
aşk olsun (!) diye bir çırpıda feda edebiliyor aşkı kutsallığından, saflığından
çıkarıp kirletiyoruz. Çok değil bundan bir 50–60 yıl öncesinde
rastlayabiliyoruz saf âşıklara. O dönemde -genel olarak- kızlar erkeklerin
gözlerine yercesine bakamaz, sevgi sözcüleri sıralayamazmış heyecanlanmadan,
erkekler ise daha bir beyefendi daha bir zarifmiş şimdikinden. Gençlerimiz
hoşlandığı erkeğin/kızın ismini aşkıma, hayatıma da dönüştürmezmiş iş ciddiye
binmeden. Kızlarımız her zaman hanımefendiliğini korur; erkek delikanlılığını
sergilermiş, erkek kızın gözlerine baktığında titrer kız yavaşça kafasını
kaldırır tebessüm edebilirmiş sadece. Şimdiki gibi paldır küldür değilmiş
hiçbir şey, her şey vaktinde yapılırmış. Ayrıca günümüzdeki gibi her çıkmaya da
aşk adı verilmezmiş. Kız da erkek de bunun geçici bir duygu, arkadaşça
geçirilen güzel bir vakit olduğunu bilir ve buna göre davranırlarmış. ( Çok da
güzel yaparlarmış doğrusu)
Kısacası aşk diye bir meret var ancak onu doğru anlayıp
uygulamak bizim elimizde. El ele tutuşmakla saatlerce bakışmakla birkaç günü
birlikte geçirip sinemaya, konsere gitmekle havaya sevgi sözcükleri savurmakla
gerçek aşk yaşanmaz. Gerçek aşk bir anlık hevesten ziyade bir ömürlük nefestir,
yaşamasını bilene. Ve Adem’e yasak elmayı kopartacak kadar kutsalsa bu olay
aşkı bilen biriyle yaşamaya değer.